29 Haziran 2010 Salı

Oglum Gelin Oluyor..

OĞLUM GELİN OLUYOR *


Geçen Ağustos 2008 de mali müşavir olan en küçük oğluma düğün yaptım.Ve düğünle ilgili bir hatıramı paylaşacağım
Bir akşam hanımım oğlum ben çayları demledik, keyifli keyifli içmeye başladık.Bu arada söz düğün hazırlıklarından açıldı. Sözü oğlum aldı, başladı konuşmaya.
Baba evi size yakın tutalım, gelip gitmek kolay olsun şöyle canınız istedikçe gelebilesiniz bende işe giderken gelirken sıkça uğrayabileyim. Buz dolabı şu marka olsun, çamaşır makinesi böyle olsun, halının rengi türkuaz olacak, televizyon LCD olacak koltuklar şu marka olsun, halılar perdeler derken düğün masrafı şu kadarı bulur dedi. Ben önce biraz daldım ve daha sonra da gözlerimden sessizce yaş aktı geldi, hem de hatırlıca.
Oğlum benim gözümden akan yaşları görünce şen ve biraz da mutluluk dolu kahkaha atarak annesine döndü.
Babam düğüne harcayacak paraları için ağlamaya başladı anne dedi.Arkasından ekledi. Baba para için üzülmene gerek yok istemezsen ben kendim düğün borcumu kendim öderim ağlamak da niye ki. Üzüldüğüne bak. Amaan sende baba dedi
Bu sefer konuşma sırsı bana geldi. Söz aldım.
Sevgili oğlum ben düğün parası için ağlamadım ki.Zira bir baba için en büyük mutluluk ve sevinç çocuğunu evlendirmek onun mutluluğunu mürüvvetini görmektir.Zaten bir çok baba anne bu günlerin hayalı ile yaşar ve bu mutluluğun para karşılığı da yoktur. Para niçin kazanılır böyle güzel günlerde böyle güzelliklere harcamak içindir. Ben niye üzüldüm niye ağladım bilir misin.
Eskiden kızlar gelin olur giderdi evden Şimdi oğlanlarda gelin olup gidiyor ona ağlıyorum .Kız evi kızlarının evden gitmesi nedeniyle mutluluktan kaynaklanan bir burukluk bir hüzün olurdu .Bilirlerdi ki artık kızları aileden ayrıldı ve gitti ve o andan itibaren ana babası ile birlikte bir arada yaşama dönemi de bitti. Kız için, kendi evinde eşi ile birlikte yeni bir hayat mücadelesi dönemi başlayacak yeni umutlar ve gelecekten beklentilerle kendi yoluna düşecek, baba ocağı ile birlikte ana, baba kardeşler geride kalacak.
Şimdi sende bir anlamda gelin oluyorsun, anneni babanı arkanda bırakarak ayrı bir eve gideceksin ayrı bir düzenin olacak kendin için kararlar alacaksın kendin ve eşin için yaşaman daha öne çıkacak. İleride Allahın izniyle çocukların olacak kısaca artık sen işin eşin ve çocukların için koşturacaksın Allahın emri de bu hayatın kuralı da bu. Ayrıca bu her insanın yaşamayı arzu ettiği mutluluktur Allah bu güzellikleri sana da yaşatsın ve mutlu da etsin
Ama benim açımdan ise :
Oğlum artık yuvadan uçuyor, sabah kalkınca seni yanımda bulamayacağım,seninle oğlum bu gün ne yapacaksın günlük programın ne diyemeyeceğim yada akşam eve gelince günün nasıl geçti anlat bakalım diyemeyeceğin soramayacağım oturup güzel güzel ,uzun uzun sohbet edemeyeceğiz, sevincimizi üzüntümüzü mutluluklarımızı anında paylaşamayacağız yaşayamayacağız artık.
Kulağım hep çalacak telefonun yada kapının zil sesinde olacak, gözüm yolda kalacak artık. Bu gün oğlum gelir mi ki diye gözlerim yolda hep seni bekleyeceğim .Senin ayrı bir evinin olması demek ayrı bir düzenin ayrı bir özel hayatın olacak demektir. Baba da olsam telefonu açacağım oğlum müsait misiniz biz geleceğiz yada bize buyurun dönemi başlayacak artık
İşte bunları düşündüm ve onun için de gözümden sessizce yaş geldi.
Ha sizin için evlenmek, baba için evlendirmek düğün yapmak bunlar vakti gelince de sizin hakkınız, bizim içinde görev olup yaşanması gereken mutluluklardır. Dün ben senin yaşadığını anneme babama karşı yaşadım, sen bu gün bana karşı yaşıyorsun yarında senin çocuğun bunları sana karşı yaşayacak bu herkes için geçerli olan kuraldır ve bu kural tarih boyunca da uygulana gelmiştir
Yani kısaca bundan sonra başlayacak yalnızlık günlerimizi düşündüm ve onun için gözlerimden yaş indi geldi Yoksa para nedir ki .Elbette böyle zamanda bu işler için para harcamak bir baba için en büyük mutluluklardandır dedim
Bir süre sessizlik oldu sonra oğlum baba biz sizi yalnız bırakmayız inşallah sıkça geliriz dedi ve Sözünde de durdu. Hatta biraz daha ileri gitti, her hafta cumartesi kahvaltısını bir hafta siz bize gelirsiniz bir hafta biz size geliriz dedi. Ve dediğini de uyguladık.

* Mehmet KİTAPÇI - Sosyal Hizmet Uzmanı

http://arataer.blogspot.com/

Erkek Dedigin.. & Kadin Dedigin..

Erkek Dediğin & Kadın Dediğin..

ERKEK DEDİĞİN

Seni elinin tersiyle değil avucunun içiyle kavrayacak. Bileceksin ki emin ellerdeyim, başkası tutamaz elimi böyle.

Rahat olacaksın yanında, çok konuşmayacak, beynini didiklemeyecek.

İnce olacak; seni senin kadar düşünecek. Sen onu merak ettiğinde kendisine hesap soruluyor havalarına girmeyecek. Senin inceliğine karşı umursamaz sözler sarf etmeyecek.

Adamın sinirini bozmayacak, cinlerini tepesine çıkarmayacak, sanki sen onun için varmışsın her ne zaman istese emrine amadeymişsin, o ne yaparsa yapsın her istediğinde yanında elinin altında olacakmışsın triplerine girmeyecek.

Sen ona sevgini hissettirdiğinde, sen ona kayıtsız şartsız aşıkmışsın gibi havalara girmeyecek.

Erkek dediğin ilgi gördüğünde ilgiyle, sevgi gördüğünde sevgiyle karşılık verecek.

Erkek dediğin, sen onun için kendine baktığında, sırf ona daha güzel görünmek için giyinip kuşandığında hiçbir şey olmamış gibi davranmayacak.

Ruhunu okşamasını bilecek. Romantik olacak kimi gün habersizce kucağında çiçeklerle çıkıp gelecek. Özel günleri unutmayı marifet sanmayacak.

Kayıtsız olmayacak senin bütün zarafetine karşı. Gerçekten seven bir kadın sevgi ve ilgi bekler, erkeğine verdiği aşkın karşılığında küçük bir tatlı söz, kısa bir mesaj, bir çağrı bile onu mutlu edebilir. Erkek dediğin bütün bunları cebinden para harcıyormuş gibi cimrilikle yapmayacak.

Ben aranmayı, çok aramayı sevmem demeyecek. Her şey kendi istediği gibi olsun istemeyecek. Sadece kendi canının istemesine bağlamayacak her şeyi.

Erkek dediğinin, hissettiğiyle yaptığı şey arasında uçurum olmayacak. Cesur olacak cesur. Seni seviyorum derken korkmayacak, başka şeylerin arkasına gizlenmeyecek.

Seviyorum deyip bir sonraki perdede kaçmayacak, özlüyorum diyorsa gelecek, kaybetmek istemiyorum diyorsa kaybetmeyecek.

Erkek dediğin askına sahip çıkacak. Korkak olmaz erkek dediğin. Erkek dediğin iyi sevişecek. Koyun gibi yatmayacak, bir an önce şu iş bitse demeyecek.

Aşksız yatmayacak yatağa ve sen bunu bileceksin. Bir baba şefkatiyle seni alnından öptüğünde bileceksin ki sevgisi geçici ve zayıf değildir.Ve sevgiyle öptüğünde dudaklarından bileceksin ki öpüşün tek sebebi şehvet değildir.

Erkek dediğin yakışıklı olacak, çekici olacak ama bundan çok daha öte bir şey...
Zeki olacak.

Kadının küçük yalanlara, bahanelere inanmayacağını, kendisini kendi gibi tanıdığını bilecek. Kadının zekasını küçümsemeyecek kadar zeki olacak. Zeki olacak, seni bir hamur gibi karmasını bilecek, o hamura kendisi
katmasını da.

Değerlerini bir anlık hevesler uğruna satmayacak.
Namussuzluğunu, ahlaksızlığını ancak ve ancak seninle yataktayken kullanacak.

Erkek dediğin önce sevecek.
Kendini sevmeyen erkekten kimseye hayır gelmez. Bir bakarsın ki yıllar sonra bu adamla ne yatağa sığıyorsun, ne toprağa... Koluna girip gezmesini bileceksin gururla, koynuna alıp sevişmesini de. Babalığını da bilecek, ana-babaya hürmet etmeyi, kadir kıymet bilmeyi, vefakarlığı, fedakarlığı...

Erkek dediğin seni koruyacak,kuşatacak.

O nerede olursa olsun seni koruyacağını bileceksin.
Pısırık olmayacak erkek dediğin. Erkek dediğin erkek olacak.
Seni sadece sen olduğun için sevecek. Parayla pulla, kariyerle, güçle, kimin ne dediğiyle hareket etmeyecek.

Hem sevgilin, hem arkadaşın, hem dostun, hem baban, hem çocuğun olacak, huzurla bağrına basacaksın.

Can yücel



KADIN DEDİĞİN..

Kadın dediğin güzel olacak arkadaş.
Şöyle savurdu mu eteğini, ruhun rüzgarına kayacak. Bacakların, ayakların,
bilekten bağlı ayakkabıya tutunan parmakların, seyrine doyamayacaksın.
Bakımlı olacak kadın dediğin. Saçları ipek , topukları pembe, boynu ince,
salındı mı kuğu gibi zarif olacak ve zarifliğinin ortasında bir hanımefendi barındıracak.
Güzel olacak ama kaşı, gözü, bacağı, sözü doğru, ruhu aydınlık olacak,
güzelliği komple olacak. Korkmayacaksın gecenin bir vakti sol cenapta yüzünü
gördüğünde. Yeni bir kabus gibi yaşamayacaksın gerçeği de. Güzel olacak ama,
aklını evde tutacak kadar da akıllı.... Seni elinin tersiyle değil, avucunun
içiyle kavrayacak... Bileceksin ki emin ellerdeyim, başkası tutamaz beni
böyle. Rahat olacaksın yanında, çok konuşmayacak, beynini didiklemeyecek
küçük kurtçuklarla. Sıradan ve kabullenir yaşamanın ne demek olduğunu
sindirmiş olacak içine.

Asla şatafat düşkünü olmayacak. Doğum günlerinde bir sıcacık öpücüğün
yerini, tek taş bir De Beears'ın alamayacağını algılayacak kadar doygun
olacak. Hatırlaman yetecek özel günleri, pahalı bir hediyeyle savuşturmadan.
Sadeliğin içinde farkedilir olabilmeyi, gösterişli kıyafetle bir
tutmayacak. Duruşu, oturuşu, yürüyüşü abartılı değil, basit hiç değil,
sadelikten oluşacak. Kendini süs bebeği gibi ortaya atıp, fingirdeşmeyecek
başkalarıyla. Ekonomiden, politikadan, milli maçlardan ve kültürel
olaylardan haberi olacak. Bizi kim yönetir, nasıl yönetir, demokrasi,
monarşi, oligarşi nedir bilecek, saf hatun numarasıyla cahilliğini
güzelliğiyle örtmeye yeltenmeyecek. Gezip, eğlenmesini bildiği kadar, pazar
parasını kozmetiğe yatırmaması gerektiğini, domatesin, ekmeğin, soğanın,
kıymanın kaç para olduğunu bilecek. Cak cak telefonda konuşup, niye böyle
fatura geldi hayret tribine girmeyecek. Eşini dostunu kollayacak ama içi
vıcık vıcık dedikodu yumağının içinde kaybolmayacak.

Marka düşkünü, moda düşkünü olmayacak kesinlikle...Takip edecek ancak
yakışanı seçecek. Sökük, paça boyu, fermuar dikmeyi bilecek, herseferinde
terzi aranmayacak pırnık pırnık. Elinden her iş gelecek. Marifetlerini
sadece seni elde ederken değil, seni elde tutarken de gösterecek ve tüm
bunlar içinden gelecek içinden, göstermelik olmayacak.

Adamın siniri bozmayacak, tepesini attırmayacak, cinleri başına
toplamayacak, körolası dilini gerektiğinde yutacak... Çarşı pazar görmesini,
sana don kilot almasını, gömlek ayakkabı numaranı bilecek... ve zevki seni
giydirecek kadar yerinde olacak, kendisini giydirmeyi bildiği gibi.

Orada burada dedikodu yapmayacak, laf taşımayacak, ayıkla pirincin taşını
durumlarına sokmayacak. Ortalık yerde kahkahalarıyla sebepsiz çınlamayacak.
Dekoltenin dozunu kaçırmayacak ama sıkı sıkıya da kendini ambalajlamayacak.
Açık saçık olan elbisesi değil, sana olan ilgisi olacak ve bunu
gösterebilecek medeniyeti...


Onu bir kediyi sever gibi seveceksin yanıbaşında ve huzurla... Öyle
'çağırdım, gelmedin, geç kaldın, aramadın, sormadın, kiminleydin, hesap ver'
yapmayacak. Sana yüreğiyle güvenecek, inançlarıyla sokulacak. Bilmem kimin
sözüne aldırmayacak, asla arkadaşlarının arkasından konuşmayacak, hele küfür
hiç etmeyecek. Sınırını zorlamayacak , salya sümük ağlamayacak, kıytırık
nedenlerden hır gür çıkarmayacak. Sözü dinlenir, anlaşılır olacak. Bir
hatayı allayıp pullayıp abartmayacak.

Gömleklerini o ütüleyecek ve o gömleğe hangi pantolon yakışır bilecek. Ama
hayatı giyim kuşam üstüne kurulmayacak. Uyum ve uyumsuzluk nedir bilecek.
Bir kere, topuklu ayakkabıyla spor ayakkabının ayrımını yapabilecek arkadaş.
Dağa çıkarken rugan ayakkabı giymeyecek. 'Of yoruldum, beni ara, beni al,
beni bul, bunu isterim' değil, 'sence de uygunsa, yanındayım, ben gelirim,
merak etme' olacak lügatında. Tereciye tere satmayacak yani. Hissettiğiyle
yaptığı şey arasında uçurum olmayacak. Cesur olacak cesur. Seni seviyorum
derken korkmayacak, başka şeylerin arkasına gizlenmeyecek ve arkandan laf
söyletmeyecek....



Kadın gibi kadın olacak kadın dediğin, çıtır çerez niyetine yemediğin. Bir
gecelik değil, ömürlük olacak ömürlük. Yıllara rehaveti değil huzuru
taşıyacak. En seksi leydi olmayı da bilecek, hanım sultan olup sözünü
geçirmeyi de. Cıvık konulara takılıp zaman tüketmeyecek, küsmeyecek,
süründürmeyecek. Kadın dediğin ayıp nedir bilecek.

Sıkboğaz edip seni yalancı durumuna düşürmeyecek. Seni öyle bir tutacak ki
arkadaş, sen bile şaşıracaksın öyle tutulduğuna. iki lafın başı, her
tartışmada ayrılalım tehtidi savurmayacak. Sabırlı olacak ve asla gururuna
dokunmayacak...

Tuzu az, şekeri çok gibi limiti olmayan prosedürsüz yemeklerle işi
olmayacak. şöyle pastırmalı kurufasülyenin yanına tereyağlı pilavı
konduracak şüphesiz. Salatasız oturmayacak yemeğe. Temiz olacak herşeyden
önce mesela köfteyi mıncıklarken elleri . Yahut pahalı parfümlerin sindiği,
süslü püslü boyacı küpü gibi, her öptüğünde bulaşık bir tadın kaldığı bir
kadını öpmeyeceksin. Buram buram aşka sarılacaksın arkadaş. Buram buram
kadın kokacak kadın dediğin.

Kadın dediğin güzel olacak ama eli yüzü düzgünden çok öte birşey. Zeki
olacak zeki, seni bir hamur gibi karmasını da bilecek, o hamura kendini
katmasını da... Paranın gücünü bilecek ama ne parasızlığın ezikliğini ne de
paranın kudurmuşluğunu yaşayacak. Değerlerini bir anlık hevesler uğruna
terketmeyecek. Namussuzluğunu, ahlaksızlığını ancak ve ancak seni baştan
çıkarırken kullanacak, yan gözle adam kesmeyecek ,üstüne sevgili
edinmeyecek.

Sarışın, renkli gözlü, uzun bacaklı, beyaz tenli, ince bilekli dilber filan
fasarya... Kadın dediğin hatun olacak arkadaş, sözüne güvenilir, olacak.
Bileceksin ki konuşulanlar burada kalır, kapıdan çıkmaz bir daha. Ağzı sıkı
olacak kadın dediğin. Sırrını tutacak ama gününü bekleyip kusmayacak...

Para lazımcılardan, kürkçülerden, cep telefonu manyaklarından,
dırdırcılardan, unutkanlıklarını senin üzerine atanlardan, kendi
yetersizliğini seni suçlayarak rahatlayanlardan, raf süslerinden,
tehtidkarlardan, kaçaklardan, kıkırdayanlardan, boş bakanlardan olmayacak.
Saflığı, cahilliği, aptallığı oynamayacak, biraz ukala olabilir ancak sana
rol yapmayacak. Komplekslerini güzelliğiyle örtmeye çalışmayacak. Bir şeyi
çok isterse ve inançları doğrultusunda yapacak.

En önemlisi kendini sevecek arkadaş, kendini sevmeyen kadından sana ne hayır
gelir. Bir bakarsın ki yıllar sonra bu kadınla ne yatağa sığabiliyorsun, ne
toprağa... Koluna takıp gezmesini de bileceksin gururla, koynuna çekip
sevişmesini de şehvetle. Analığını da bilecek, çocuklarından saygı görmeyi
de, anaya babaya hürmet etmeyi de...

Kadın kadın olacak be, seni sadece sen olduğun için, sensin diye sevecek.
Parayla pulla, kariyerle, güçle, kimin ne dediğiyle , sınırlamayacak. Hem
sevgilin, hem arkadaşın, hem annen, hem çocuğun olacak, bağrına basacaksın
huzurla... Bileceksin ki evde 'O' kadın tarafından beklenmenin zevkini
hiçbir zevk yaşatamaz sana...

- Ben böyle bir kadın tanıdım, değerini çok geç anladım...

http://arataer.blogspot.com/





Anne Demek..

Anne demek;

* Yenilen her lokmadan sonra alkış kıyamet koparan,şenlik havasına
bürünendir.

* Çıkan her pirinç tanesi diş için tüm hısım akrabaya telefon açandır.

* Tüm hafta hayalini kurduğu pazar kahvaltısına oturup asla yiyemeden
kalkandır.

* Sabaha kadar kırk sefer uyanarak,sabah kalkıp zombi gibi işe gitmektir.

* İşten eve geç gelmenin vicdan azabıyla bebeklerinin yanına kıvrılıp
saatlerce koklayandır.

* Tatil yapamamanın kitabını yazandır.

* Eskiden hergün uğradığı kuaförünün yolunu unutandır.

* Çaydanlığın kapağı ile pet şişeyi kapatmaya çalışandır.

* Parça pinçik olmuş pazar gazetesini birleştirip okumaya çalışandır

* Gecenin bir yarısı gözü kapalı süt ısıtıp,gözü kapalı geri dönendir.

* Saatlerce leblebi parmaklı ayakları öpmekten sonsuz keyif alandır.

* Temcid pilavı tadındaki baby tv yi seyretmektir.* Bebek şef şarkısı
söyleyerek,fırsat bu fırsat deyip birşeyler yedirmeye çalışmaktır.

* Üzümün çekirdeklerini tek tek çıkarmak,mısırı tanelere ayırmaktır.

* İşten yeni gelmiş ve içeri ilk adımı atmışken,"Anne atttaaaaa"
sözleriyle çark edip,en yakın parkın yolunu tutmaktır.

* Anne demek bebek havuzunda yüzmektir.

* Başka bir anneyi nerede görürse görsün "Seni çok iyi anlıyorum tatlım
"bakışı atandır.
* Aşı takvimini ezbere bilendir.

* Kazara kendi için alışverişe gidip nasıl olduysa bebek kıyafeti dolu
poşetlerle geri dönendir.

* Ne kadar sert olursa olsun hayır demeyi beceremeyendir.

* İşe yetişmek için düğmelerini bahçede ilikleyendir.

* Uyduruk ninni besteleyendir.

* Çantasında sürekli Oyuncak kurbacık,ıslak mendil ve kreker taşıyandır.

* Son teknoloji telefonu denize atıldığında ,diken diken olmuş her bir
saçına rağmen,annecim telefonlar yüzemez diyebilendir.

* Anne demek eskisinden bin kat daha güçlü olmak demektir.

* Anne demek hayatının sonuna kadar ve sonunun da ötesinde birileri için
endişelenmektir.

* Anne demek yüreyini parçalara bölüp herbir parçayı özenle onlara sunmaktır.

* Anne demek 9 ay karnında taşımak değil,ömrünün sonuna kadar yüreğinde
taşımaktır.

http://arataer.blogspot.com/






Ve Kavga Böyle Basladi..

Ve Kavga Boyle Başladı.. *

Karımı restorana götürdüydüm.... Garson, her nasılsa, önce benim siparişi aldı.
"Ben ızgara bonfile alacağım, az-orta pişmiş lütfen."
"Deli danadan korkmazmısınız?" dedi,
"Cık, dedim o kendi siparişini kendi verir!."
Ve kavga böyle başladı...

Mezunlar yemeğinde karımla masadayız,
Yandaki masada, sarhoş, elindeki kadehi çevirip duran kadına bakakalmışım.
Karım sordu, - 'Onu tanıyormusun?'
-'Evet,' dedim, 'Eski flörtüm. Duydum ki yıllar önce ayrıldığımızda içmeye başlamış, o zamandan beri kendisini ayık gören yokmuş"
'Hadi canım!' dedi karım, "amma uzun kutlamış!!'
Ve kavga böyle başladı...

Karıma 14.95.'e bir kasa Miller bira alalım, diyordum ki,
7.95'e bir kutu dondurma almasın mı?.
"Oysa bira ile bu gece, dondurmayla olduğundan daha çekici olurdun" demiş bulundum.
Ve kavga başladı....

Kadın çıplak, yatak odasındaki aynadan kendine baktı.
Gördüğünden pek memnun kalmamıştı ki, kocasına dönüp, -"Korkunç görünüyorum; yaşlı, şişman ve çirkinim!!" dedi ve devam etti:
-"Hadi bana bir iltifat yap, buna ihtiyacım var!!.'
Kocanın cevabı: "Gözlerin iyi görüyormuş !!."
Ve kavga başladı......

Emekli olduğumun ertesi, Sosyal Sigortalar'a gidip muüracaatımı yapayım dedim.
Masadaki memure, yaşımı teyit etmek için ehliyetimi istedi.
Ceplerimi karıştırdım, cüzdanımı evde bırakmışım!.
Kadına dedim ki "Bir koşu eve gidip getirebilirim!".
"-Yok canım", dedi kadın , " Gömleğinizi açın lütfen!"... Düğmeleri açtığımda, kıvırcık, kırlaşmış göğüs
kıllarıma bakıp, "bu kır renk, benim için kanıt olarak yeterli!" dedi ve müracaatımı aldı.
Eve döndüğümde, sigortalarda başıma geleni karımla paylaştım.
"Pantolonunu da indireydin keşke!" dedi "maluliyet de bağlarlardı belki!"
İşte kavga böyle başladı...

Oturmuş TV de kanallar arası zaplarken, yanıma oturan karım sordu:
-"Ne varmış bakiim TV'de?"
'Toz.' dedim,
Ve kavga başladı...

Karım, yaklaşmakta olan yıldönümümüz için çaktırmadan ayak yapıyordu ..
"Üç saniyede hızla 0 dan, 100 ye çıkabilen bir nesne istiyorum" dedi,
Bir baskül aldım ona!.
İşte kavga böyle başladı...


Karıma dedim ki, "Doğum gününde nereye gitmemizi istersin?"
Yüzünde keyiften eridiğini görmek beni ihya etti!.
"Uzun zamandır gitmediğimiz bir yer olsun !" dedi.
O zaman önerdim, "Mutfağa ne dersin?"
İşte kavga böyle başladı....

Cumartesi sabahı, sakin- sakin giyindim, kahvaltımı ettim, köpeği kapıp sessizce garaja geçtim..
Kayığı arabanın üzerine atıp, şelaleye doğru yola çıktıydım ki, baktım fırtına çıktı-çıkacak..., garaja geri döndüm, radyoyu açtım, hava durumu, havanın gün boyu böyle gideceğini söylüyor....Eve geri döndüm, yavaşça soyunup, yatağa süzüldüm..
Uyumakta olan karımın vücuduna arkadan sarılıp, arzu dolu, kulağına fısıldadım,
"Dışarıda hava berbat"...
10 yıllık sevgili karım mırıldandı 'Salak kocam bu havada balığa gitti, inanabiliyormusun?'
Ve kavga böyle başladı...

Bir adamla bir kadın, bebekler gibi uyumakta.
Sabahın üçünde, birden dışarıdan bir gürültü geldi.
Kadın, panik içinde yataktan fırlayıp adama doğru bağırdı 'Aman Tanrım,
Bu kocam galiba!'
Adam da yataktan fırladı, korku içinde ve çıplak, kendini camdan attı, yere yapıştı. Dikenli çalının arasından koşabildiğince hızlı arabasına koştu;
Birden aydı, geri dönüp yatak odasına girdi, ve karısına : "A s..tir!!! Senin kocan benim!!!' diye bağırdı.
'Yok yaa ne kaçtın öyleyse?'
Ve kavga böyle başladı.......


* Sn. A. G. TURAN ‘dan alintidir. Kendisine tesekkurlerimle..

http://arataer.blogspot.com/








Megalomani ve Caresi..

Megalomani ve Çaresi


İçinde yaşadığımız dünyada, hâdiseleri içinden çıkılmaz hâle getiren en önemli psikolojik bozukluklardan biri de megalomanidir. Kendini olduğundan daha büyük görme eğilimi diyebileceğimiz megalomani, aslında narsistik kişilik adı verilen karakterin bir parçasıdır.

Bu tür kişilerde kendilerini aşırı beğenme, üstünlük ve büyüklük hissine kapılma, başkalarının duygu ve düşüncelerini anlayamama, kendisine karşı yapılan eleştirilere katlanamayıp aşırı hassasiyet gösterme gibi özellikler vardır. Herkesten daha güzel ve başarılı olduklarını, büyük işler başarmaları gerektiğini düşünürler. Bunun yanı sıra kibir içindedirler; meselâ kurallar diğer insanlar içindir ve kendilerine uygulanmamalıdır. Ayrıca bu büyüklük hezeyanları ve kibirli düşünceleri diğer insanlar tarafından da desteklenmelidir, diğer bir tabirle pohpohlanmalıdırlar, aksi takdirde büyük hayal kırıklıkları yaşarlar. Karşısındakinden devamlı kendisini sevmesini, yüceltmesini beklerler. Bencil bir şekilde âdeta dünyadaki her şeyin kendileri için var edildiğini düşünürler.

Narsistik özellikler acaba hayatın her döneminde bir bozukluk olarak mı ele alınmalıdır? Narsistik yapı, bebeklik dö­ne­minde normal bir özellik olarak görülür. Bu dönemde bebeğin isteklerinin hemen ve hiçbir engele takılmaksızın karşılanması için böyle olması zaruridir. Bebek, karnı acıktığı veya altı ıslandığı zaman durmadan ağlar ve annesini kendisine bakmaya mecbur eder.

Erişkin dönemdeki narsistik kişilik ve buna bağlı gelişen megalomani ise, genellikle değersizlik hissinin meydana gelmesine ve buna ilâveten iç dinamiklerin hatalı işlemesine bağlı ortaya çıkar. Değersizlik duygusunun aşırı değerlilik ile yer değiştirmesi hâdisede büyük rol oynar. Bunların bir kısmı küçüklükten itibaren çevresi tarafından horlanan ve örselenen kişilerdir. Neticede, ezilen kişiliklerinin yaşadıklarını tam tersine çevirmesi, kendilerini aşırı derecede değerli görmek istemeleri neticesini doğuracaktır. (Ben değersiz değilim, aksine herkesten daha değerliyim!)1,2 Bu noktada şunu belirtmemiz yerinde olur; hatalı işleyen iç mekanizmaları karşısında kişiye, ene (veya ego) gibi cihazların doğru kullanılma metotları öğretilmezse, narsistik kişilik gibi bozuklukların meydana gelmesi kaçınılmazdır. Egoyu doğru kullanma ise, kişinin kendi ile alâkalı sağlıklı değerlendirmeler yapmasıdır. Kendi aciz ve kusurlu yönlerinden yola çıkarak, aciz olmayanı, kusursuzu bulmaya, kendinde gördüğü güzel yönlerden yola çıkarak da bu güzellikleri yaratan Güzeller Güzeli'ne ulaşmaya çalışmaktır.

İsterseniz gelin bu durumu bir de İslâmî kaynaklardaki bakış açısı ile ele alalım. İnsanın kendi özünü, diğer yandan nefis yanını ifade eden 'ene' tabiri dinî kaynaklarda sıkça kullanılır. Eğer uygun şekilde kullanılırsa 'ene', Yaradan'ı tanımada bize yol gösteren bir anahtar olur. Kişinin bunu yapabilmesi için önce kendi gerçek yapısını, sınırlılığını ve acizliğini kavraması gerekir. Kusurlarını görebilmeli ve her ân yok olabilecek, ölümlü bir varlık olduğunu idrak etmelidir. Daha sonra ise sınırsız olanı, kudreti sonsuz olanı aramaya başlamalıdır. İşte bu takdirde ene, Yaradan'ı anlamaya ve bulmaya kapı açan bir hüviyete dönüşür. Bir damla iken umman olur, bir hiç iken her şey olur, fânî iken hakiki hayata erer. Aksi takdirde ene, kendisini tanımayan kimseler için "enaniyet" denen gurura kapılma, kibirlenme ve başkalarına tepeden bakma aracı hâline gelir ve kişiyi yutabilecek bir girdap hâline dönüşür.3



Narsistik kişilik ve onun bir parçası olan büyüklük kompleksi, acaba ne gibi problemlere yol açar? Her şeyden önce narsistik yapı, kişinin iç ve dış uyumunu bozar. Hâdiselerin ters gitmesi veya kendi istediği gibi olmaması durumunda, bu kişiler hayal kırıklıkları yaşar ve acı çekerler. Meselâ, yaşlanma ile meydana gelen fizikî değişiklikler, bedenî ve zihnî yönde oluşan yetersizlikler, bu kişilerde ağır depresyonların gelişmesine sebep olabilir. Eleştirilmeye karşı aşırı tahammülsüzlükleri sebebiyle, basit ikazlardan bile öfkelenebilirler. Bunlar istenmeyen ve yalnız bırakılan insan tipi olmaya aday kimselerdir.

Büyüklük duygusu ayrıca dış uyumu da bozarak, birçok sosyal probleme yol açmaktadır. Bu duyguyu yaşayanlar âdeta her şeyi bildikleri, her şeyi halledebilecekleri, herkesten üstün oldukları gibi yanlış bir yaklaşımla sosyal münasebetlerinde zedelenmelere yol açmakta ve bazen tehlikeli olabilecek davranışlar dahi gösterebilmektedirler. İnsanlık tarihi bunlara şahit olmuştur. Hitler, üstün ırk felsefesini ortaya atarak, binlerce insanın ölmesine sebebiyet vermiştir. Ondaki üstünlük duygusu başkalarını katletmeye dönüşmüştür. Aslında tarihin her döneminde narsistik üstünlük hisleri ile insanlığı kana bulayan hasta şahsiyetler görülebilir. Nemrutlardan Firavunlara, Moğollardan Nazilere kadar tarih, bunun örnekleriyle doludur. Tarihimizde bunun tam zıddı örnekler de mevcuttur. Yavuz Sultan Selim zaferlerle dolu seferinden dönerken halkın tezahüratı ile gurur, kibir ve üstünlük hissine kapılmak tehlikesi karşısında, sarayına gece karanlığında bir kayık ile sessizce dönmüştür.

Narsistik kişilere karşı davranışlarımızı ayarlarken çok dikkatli olmalıyız. Onları övmemeye ve onlara karşı tevazu göstermemeye dikkat etmeliyiz. Aksi takdirde uygunsuz düşünce ve davranışlarını pekiştirmiş oluruz ve onlara tesir edemeyiz. Açıkça ve kararlılıkla davranışlarını onaylamadığımızı ve onlara hayran olmadığımızı hissettirmeliyiz. Ancak bunu yaparken de onları eleştirmemeye özen göstermeliyiz, aksi takdirde bizden uzaklaşırlar.4

Peki narsistlerde aşırı derecede olan kendini değerli hissetme duygusu her insanda yok mudur veya insanlarda böyle bir duygu olmaması mı gerekir? Elbette her insanda değer görme ve kendini değerli hissetme duygusu mevcuttur. Ancak bu duygu doğru şekilde tatmin edilmeli ve doğru yerde kullanılmalıdır. İnanç sistemimizde insanın gerçek değerinin ne olduğu ve kimin insana gerçek değerini verebileceği vurgulanır. "...Şunu unutmayın ki Allah'ın (celle celâlühü) nazarında en değerli, en üstün olanınız, içinizden takvada (Allah'ı (celle celâlühü) sayıp haramlardan sakınmada) en ileri olandır..."5 Ayrıca, kişi insanlar katında değil de, Allah (celle celâlühü) katında değerli olmaya çalışmalıdır. Pek çok peygamberin (aleyhisselâm) hayatında bunun örnekleri görülebilir. Peygamberler, insanlar tarafından eziyet, hakaret, işkence gördükleri ve hattâ iftiralara uğradıkları hâlde Allah'ın (celle celâlühü) rızası için çalışmışlar ve insanların en değerlileri olmuşlardır. Allah'ın (celle celâlühü) değer verdiklerini insanlar değersiz hâle getirememişlerdir.

Her insanda yaptığı işleri, sahip olduğu şeyleri beğenme duygusu vardır. Bu, bir ölçüde insanın verimli ve üretken olmasını sağlar. Ancak insan biraz düşündüğü zaman, elinde bulunan hemen hiçbir şeyin hakiki mülkü olmadığını idrak eder. İlk başta vücudu üzerinde fazla bir tasarrufu yoktur. Ne boyunu, ne rengini, ne gözünü ne de genetik yapısını kendisi tayin eder. Benzer şekilde, akıl ve kabiliyet gibi potansiyel özelliklerini belirleme de onun elinde değildir. Bunlar kullanımına verilmiş ve belli bir süre sonra geri alınacaktır. İnsan, sahip olduğu bütün güzel şeylerin kendisinden kaynaklanmadığının, Yaratan tarafından kendisine hibe edildiğinin ve kendisinin bunları sadece geçici bir süre kullanmakta olduğunun şuurunda olmaz ise, bunlara sahiplenmek ve bizzat kendisinden bilmek hatasına düşecektir. Bu da kişide büyüklük kompleksi için bir zemin oluşturabilir. Hâlbuki bu nimetleri verenin nazara alınıp, O'na şükredilmesi gerektiği inancımızda sıklıkla vurgulanır.

Herkesin içinde zaman zaman büyüklenme hisleri belirebilir. Yaratan, insanı içinde belirebilecek olan büyüklük meyline karşı da "Hem kibirli kibirli yürüme! Zîrâ ne kadar kibirlenirsen kibirlen, ne yeri yarabilirsin, ne de dağların boyuna erişebilirsin. Böylesi davranışların hepsi kötü olup, Rabbinin nazarında hoş görülmeyen şeylerdir."6 âyeti ile uyarmakta ve gerçekçi düşünmeye davet etmektedir. İnsanın kâinatta maddî olarak fazla bir değeri yoktur. Kendisine ilim olarak verilen denizde bir damla bile değildir. Biraz daha düşünürse, ne kuşlar gibi uçabildiğini, ne de çita kadar hızlı koşabildiğini fark edecektir. Dahası, hadsiz ihtiyaçlar içinde, son derece aciz ve her ân korunup kollanmaya muhtaç bir varlıktır insanoğlu. Buna rağmen bütün kâinat kendisine hizmet ettirilmekte, barındırılıp beslenmekte ve çaresiz durumlarında dualarına cevap verilmekte, ummadığı yerden yardım gönderilmektedir. Durum böyle iken insana düşen, kullanımına verilen nimetlerin sahibini tanımak, bunlardan doğru şekilde istifade etmek ve her şeyin hesabını vereceği şuuruyla yaşamaktır. "Sonra o gün bütün nimetlerden hesaba çekileceksiniz..."7

Peygamber Efendimiz'in (sallallahü aleyhi ve sellem) hayatında da büyüklenme ve kibirlenmeden kaçınmanın pek çok örnekleri vardır. Bir seferinde kendisini ziyarete gelen ve heybetinden dolayı karşısında tir tir titreyen birisine karşı Allah Resulü (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle demiştir: "Kendine gel! Ben bir hükümdar değilim. Ben ancak, Kureyş kabilesinden kurumuş et yiyen bir kadının oğluyum"8 Bir başka sefer, kendisinin çalışmasını istemeyen Sahabelere (ra) karşı da: "Sizin, benim işimi de görmeye yeteceğinizi biliyorum. Fakat ben, size karşı imtiyazlı bir vaziyette bulunmaktan hoşlanmam. Çünkü Allah (celle celâlühü) kulunu, ashabı arasında imtiyazlı durumda görmekten hoşlanmaz." buyurmuştur.9 Görüldüğü gibi bizzat Efendimiz'in hayatından örneklerle büyüklenmeye, kibirlenmeye ve kişinin kendisini üstün tutmasına set çekilmekte, böyle bir düşünce tarzının yanlışlığı vurgulanmaktadır. Zaten o, Rabb'inden "Kul Peygamber" olmayı istemişti.

Meselenin çocuk yetiştirmeyle alâkalı yönüne dikkat edecek olursak, karakter ve kişilik gelişimi safhasında ahlâkî değerlerimizin müspet tesirlerini görebiliriz.9 İslâmî eğitimde çocuk, aileye verilmiş bir emanettir ve en güzel şekilde yetiştirilmelidir. Ayrıca, insanlar her türlü aşırılıktan ve haddi aşmaktan men edilir, küçük düşürücü tutumlar ve alay yasaklanır. Bir taraftan da aşırı methetme ve abartma da hoş karşılanmaz; çocuk, her dediği yerine getirilip şımartılmaz, Yaratan'ın bizden istedikleri öğretilerek çocuğun arzu ve istekleri zapturapt altına alınır ve dengeli bir tutum tavsiye edilir. Ayrıca çocuklara ulaşamayacağı ve kullukla bağdaşmayacak aşırı hedefler gösterilerek, onların gurur ve üstünlük hisleri kabartılmaz. Böylece, küçüklükten itibaren sağlıklı karakter ve kişilik gelişimi için uygun bir ortam temin edilir. Oruç ibadetinin, nefsanî arzuların gemlenmesi ve enenin isteklerinin baskı altına alınmasındaki rolü, dengeli bir şahsiyetin gelişmesindeki önemi dikkate alınmalıdır. Oruç ile kibir ve büyüklük hisleri baskı altına alınabilir.

Netice olarak; çocukluktan itibaren kişinin gerekli ihtimam gösterilerek yetiştirilmesi, değer görme hissinin uygun şekilde ele alınması, bu konuda doğru düşünce tarzının gösterilmesi, nimetlerden dolayı şımarma eğiliminin, nimetleri vereni tefekkür ederek tedavi edilmesi, büyüklenmeye karşı Peygamber Efendimiz'in (sallallahü aleyhi ve sellem) hayatından örnekler gösterilerek tavır alınması, oruç ibadetinin tavsiye edilmesi, narsistik yapının, megalomaninin önlenmesi ve böyle eğilimleri olanların terbiye edilmesi, inanç sistemimizin üzerinde durduğu hususlardır.



Dipnotlar:
1. Edwın R.Wallace, Dinamik Psikiyatri Kuramı ve Uygulaması, Narsistik Kişilik Bozukluğu, Eylül Yayınları, 1994, 277–280.
2. Erol Özmen, Ömer Aydemir, Erhan Bayraktar, Genel Tıpta Psikiyatrik Sendromlar. HYB Yayıncılık. Bölüm 8 Genel Tıpta Kişilik, s. 274.
3. Enaniyet veya Egoizm, Sızıntı, Başyazı, Mayıs 2005, Yıl: 27 Sayı: 316
4. M. Ramazan Yiğitoğlu. Kendini beğenmişlik ciddi bir hastalıktır. Ailem. S.203.
5. Hucurat, 49/13
6. İsra, 17/37–38.
7. Tekasür, 102/8.
8. İbn Mâce, Muhammed b. Yezid Kazvinî, Sünenü İbn Mâce, İstanbul, 1992, II, 1100–1101.
9. Kastalanî, Ahmed b. Muhammed, el-Mevâhibu'l-Ledüniyye, thk. Salih Ahmed eş-Şâmî, Beyrut, 1991, I, 385

http://arataer.blogspot.com/





Kirpilerin Celiskisi..

SCHOPENHAUER'den KİRPİLERİN ÇELİŞKİSİ*

Soğuk bir kış sabahı çok sayıda oklu kirpi, donmamak için birbirine bir hayli yaklaştı. Az sonra, oklarının farkına vardılar ve ayrıldılar. Üşüyünce, birbirlerine tekrar yaklaştılar. Oklar rahatsız edince yine uzaklaştılar. Soğuktan donmakla batan okların acısı arasında gidip gelerek yaşadıkları ikilemi, aralarındaki uzaklık, her iki acıya da tahammül edebilecekleri bir noktaya ulaşıncaya kadar sürdü. İnsanları bir araya getiren, iç dünyalarının boşluk ve tekdüzeligidir. Ters gelen özellikler ve tahammül edemedikleri hatalar onları birbirinden uzaklaştırır. Sonunda, bir arada varolabilecekleri, nezaket ve görgünün belirledigi ortak noktada buluşurlar. Bu uzaklıkta duramayanlara, ingiltere'de "keep your distance! / mesafeni koru" denir. Bu noktada, çevrenin sıcaklığını hissetme arzusu kısmen karşılanır ama,buna karşılık okların acısı hissedilmez.

KENDİ İÇ SICAKLIĞI ÇOK YÜKSEK OLANLAR İSE, NE SIKINTI VERMEK, NE DE SIKINTI ÇEKMEK İÇİN, TOPLULUKLARDAN UZAK DURMAYI TERCİH EDERLER."

*Arthur Schopenhauer; Kısa Felsefi Denemeler.

http://arataer.blogspot.com/




Iyi ve Kötünün Yüzü Aynidir..

İYİ ve KÖTÜNÜN YÜZÜ AYNIDIR..

Leonardo da Vinci 'Son Akşam Yemeği' isimli resmini yapmayı düşündüğünde büyük bir güçlükle karşılaştı...

İYİ'yi İsa'nın bedeninde, KÖTÜ'yü de İsa'nın arkadaşı olan ve son akşam yemeğinde ona ihanet etmeye karar veren Yahuda'nın bedeninde tasvir etmek zorundaydı... Resmi yarım bırakarak bu iki kişiye model olarak kullanabileceği birilerini aramaya başladı..

Bir gün bir koronun verdiği konser sırasında korodakilerden birinin İsa tasvirine çok uyduğunu fark etti... Onu poz vermesi için atölyesine davet etti, sayısız taslak ve eskiz çizdi…

Aradan 3 yıl geçti. 'Son Akşam Yemeği' neredeyse tamamlanmıştı, ancak Leonardo da Vinci henüz Yahuda için kullanacağı modeli bulamamıştı... Leonardo'nun çalıştığı kilisenin kardinali, resmi bir an önce bitirmesi için ressamı sıkıştırmaya başladı..

Günlerce aradıktan sonra Leonardo vaktinden önce yaşlanmış genç bir adam buldu... Paçavralar içindeki bu adam sarhoşluktan kendinden geçmiş bir durumda kaldırım kenarına yığılmıştı...

Leonardo yardımcılarına adamı güçlükle de olsa kiliseye taşımalarını söyledi; çünkü artık taslak çizecek zamanı kalmamıştı... Kiliseye varınca yardımcılar adamı ayağa diktiler.

Zavallı, başına gelenleri anlamamıştı... Leonardo adamın yüzünde görülen inançsızlığı, günahı, bencilliği resme geçiriyordu…

Leonardo işini bitirdiğinde, o zamana kadar sarhoşluğun etkisinden kurtulmuş olan berduş, gözlerini açtı ve bu harika duvar resmini gördü.

Şaşkınlık ve hüzün dolu bir sesle şöyle dedi: 'Ben bu resmi daha önce gördüm'...'Ne zaman' diye sordu Leonardo da Vinci, o da şaşırmıştı.

'Üç yıl önce' dedi adam, Elimde avucumda olanı kaybetmeden önce. O sıralarda bir koroda şarkı söylüyordum, pek çok hayalim vardı, bir ressam beni İsa'nın yüzü için modellik yapmak üzere davet etmişti'...


İYİ ve KÖTÜNÜN YÜZÜ AYNIDIR... Her şey insanın yoluna ne zaman çıktıklarına bağlıdır...


(Paulo Coelho'dan)

http://arataer.blogspot.com/